İSTANBUL – Kanal D ekranlarında izleyiciyle buluşan ‘Yargı’ dizisinin son bölümünde ekrana gelen şiddet sahnesi sosyal medyada gündem olmaya devam ediyor. Yeni Bölüm’de bu hafta ‘Yargı’daki sahneden başlayarak yerli dizilerde izlediğimiz şiddeti konuştuk.
‘ŞİDDET İZLİYORUZ ÇÜNKÜ SATIYOR’
Akademisyen ve Gazete Duvar yazarı Aylin Dağsalgüler, ekranda gördüğümüz şiddetin dozu hakkında “Ekranda bu kadar şiddet izliyoruz çünkü şiddet satıyor, aynı pornografi gibi. İki tane içeriğimiz var aslında ekranda birisi şiddet, birisi pornografi. Bunları izlemek için, bunları anlamak için herhangi bir çeviriye, altyazıya ihtiyacımız yok. İkisi de insan için ciddi bir uyarıcı. İkisi de izleyici için ciddi bir haz alanı aynı zamanda. Her şekillerde şiddet görebiliyoruz ama açık olan televizyonlarda veya farklı ekranlarda şiddeti görmemizin farklılıkları olması gerekiyor” dedi.
‘BU SAHNENİN BİR KADIN SENARİST TARAFINDAN YAZILMIŞ OLMASI BU KADAR ELEŞTİRİLİYOR’
Dağsalgüler, ‘Yargı’ dizisindeki gündem olan sahne için şöyle konuştu:
“3 sezondur baya Yargı fanıyım. Som 5 bölüm önce, 85’inci bölümde izlemeyi bıraktım. Benim için hikaye bitmişti. Ben ‘Yargı’ ekibiyle gönül bağı hissediyorum, ekibin yaptıklarını hep takdir ettim. Polisiye bir tür, içinde elbet şiddet olacak bir tür. İzlemeyi bırakmışken bunlar olunca tekrar izlemeye geri döndüm. Sahnenin aldığı tepkileri de sosyal medyadan takip ettim. Aslında iki farklı fikri olan izleyici var. Bir taraftan çok ciddi bir şekilde eleştiriliyor ve orada şiddetin bir çeşit yeniden üretilmesine vardığını söyleyen, bunun travmatize edici olduğunu söyleyen izleyici grupları var. Bir taraftan da ‘Bu sokakta ve gerçek hayatta yok mu, bunu açık bir şekilde göstermediğimiz sürece neden olmasın?’ diyen var.
Hayatta pek çok konu hakkında fikrimiz var ama bunları bizzat tecrübe etmiyoruz. Şiddet de bunlardan bir tanesi, umarım hepimiz için öyle olur daha doğrusu. Bugün Türkiye’de kadınların uğradığı şiddeti parantez içinde unutmadan söylüyorum elbette ki bunu. Peki deneyimlemediğimiz şeyleri nereden öğreniyoruz? Medyadan öğreniyoruz. Burada o zaman gerçeğin kendisi değil de bir temsil var. Ekrandaki her şey bir temsil zaten ve biz o temsiliyeti hep eksikleriyle değerlendiririz. Eksik temsiller, ekranda gösterilmeyenler, ekranda gösterilenlerin eksiklikleri üzerinden bir temsiliyet değerlendiririz. Burada karanlık alana ışık tutulunca izleyici olarak geriliyoruz. Bunu bize birileri anlatıyor, birileri tarif ediyor. Tarif edenler de bugüne dek bir erkek veya bir eril dil kullanan tarafından olmuş. Bu yüzden bu sahnenin bir kadın senarist tarafından yazılmış olması bu kadar çok eleştiriliyor. ‘Sen o eril dile nasıl düştün?’ gibi eleştiriler okudum. Onun yeniden üretilmesi bir travmatize ediyor.
Diğer görüşü düşünelim şimdi. Tabii ki gerçek hayatta şiddet var ve biz ekranda da gerçekçi hikayeleri arıyoruz. Ekrandaki her şeyin toz pembe olması mümkün değil. Ki bu bir polisiye bir tür. İçinde elbette şiddet olacak ama bunu nasıl gösterdiğiniz, nasıl bir dille anlattığınız önemli. Burada biz şiddet sahnesini tam olarak görmedik ama onun hissini çok ağırlaştırdılar. Şiddeti olmasa da acıyı pornografikleştiren bir sahneydi o. Özellikle babanın tekrar o görüntüleri izlediği sahne. Normalde o acı, belki yas daha kapalıdır, daha karanlıkta kalır. Aynı pornografi gibi. Daha doğrusu aynı o haz alanı gibi. Burada da o acıyı pornografikleştiren bir sahneye döndü.”
‘BAHAR’DA DA ŞİDDET VAR AMA BUNU GÜNDELİK HAYATA ÇOK YAKIN BİR KADIN DİLİYLE ANLATTIKLARI İÇİN FARKLI’
Kadınların hikayelerini hep eril bir dilin anlattığını belirten Dağsalgüler, “Kadınların hikayelerini aslında hep erkekler ya da eril bir dil anlattı. Eril bir dille kadına bakınca da o zaman kadın aslında ötekileştiriliyor. Ve o ötekiyi biz dezavantajlı bir ya da daha değersizleştirilen bir grup olarak görüyoruz. Bu yüzden ‘Bahar’ı çok sevdik mesela. Bahar’da da şiddet var. Orada da başka bir psikolojik şiddet var, mobbing var, bir sürü hikaye var. Ama bunu gündelik hayata çok yakın bir kadın diliyle anlatmalarından kaynaklı olarak ‘Bahar’ farklı. Bahar’a gülüyoruz, ağlıyoruz da bir yandan. Oradaki şiddeti es geçmiyoruz, eğlenmiyoruz. Ama şiddet dediğimiz, haz da üreten bir şey. Ve bazen bu hazzın biraz estetize edilmiş hali ya da televizyon ekranı gibi uzun soluklu, uzun saatler izlediğimiz, herkese açık olan bir alanda yıllar boyunca benzer şekillerde izlememiz normalleşmesine neden oluyor.”
‘ESTETİZE ŞİDDET ÖRNEĞİ DEYİNCE AKLIMA FIGHT CLUB YA DA KILL BILL GELİYOR’
Dağsalgüler sözlerine şöyle devam etti:
“Estetize şiddet örneği deyince aklıma ‘Fight Club’ ya da ‘Kill Bill’ geliyor. Bütün o Uzak Doğu dövüş filmlerinde bir estetik hal vardır. Bu illa ki izleyenin tekrar edeceği anlamına gelmez. Çünkü burada başka bir görüş, ‘Şiddet sahnelerini ekran karşısında izlemek bir arınma, bir katarsis de sağlayabilir izleyici üzerinde’ der. Ama bir yandan da benim daha yakın hissettiğim, ekol diyeyim George Gerbner’in başlattığı, buradaki temsillerin uzun süre aynı şekillerde verilmesi normalleşmesine neden olur. Bir çocuğun izleyip, bir gencin izleyip bir şeyi tekrar etmesi çok kolay olan bir şey değildir böyle.”
‘DİKKAT ÇEKMENİN FARKLI ŞEKİLLERDE PEK ÇOK YÖNTEMİ VAR’
Dağsalgüler, ‘Sen Anlat Karadeniz’ dizisinde yalnızca bir bölümde 20 dakika fiziksel şiddet, 40 dakika da psikolojik şiddet kullanılması hakkında da yorum yaptı. Dağsalgüler, “‘Sen Anlat Karadeniz’i iki kadın senarist yazdı, sonra ödül aldılar ve Altın Kelebek Ödül Töreni’nde konuşurlarken ‘Biz aslında buna dikkat çekmek için yaptık’ dediler. Dikkat çekmenin farklı şekillerde pek çok yöntemi var. Olduğu gibi göstermek, veya böyle duyguları yoğunlaştırarak, bir çeşit pornografikleştirerek göstermek bu yollardan biri olmamalı. Bu bir kolaya kaçış oluyor aslında. Yıllar önce şeyi hatırladım. Habertürk gazetesinin başında Fatih Altaylı varken sokak ortasında bıçaklanarak öldürülen bir kadının fotoğrafını basmıştı kapağa ve o çok büyük tartışma yaratmıştı. Pek çok iletişim dersinde hala konuşulan bir örnektir o. Orada o yerde cansız yatan kadının cesedini göstermekle televizyon ekranında bir kurgu içinde, hani o bir gerçek bir olay, buradaki bir kurgu, onun için göstermek arasında çok bir fark yok aslında” dedi.
‘REYTİNGLER BU BÖLÜMDE YÜKSELDİ’
Dağsalgüler sözlerine şu ifadelerle devam etti:
‘Sen Anlat Karadeniz’ örneğindeki o parmak kırma sahnesi gösterilen bir sahneydi. ‘Yargı’da göstermiyor, ima ediyor ama çok yoğun bir duyguyla ima ediyor. O yüzden o insanların travmasını tetikleyici, rahatsız edici bir hal aldı. ‘Bir kadın yazar, eril bir dilden mi bakıyor kadına ve o sahneleri bugüne kadar hep erkeklerin tarif ettiği o sahneleri tekrar ettiriyor?’ sorusunun cevabının kapitalizmle verilebileceğini düşünüyorum. Çünkü reytinglere baktım. AB izleyicisi bazen bir öpüşme sahnesinde veya Kıvanç Tatlıtuğ tişörtünü çıkarttığında kanal değiştiriyor, birkaç sahneliğine de olsa onu açık ekranda görmek istemiyor, belki kıskanıyor. Burada da yine o anlarda, o sahnelerin gösterildiği anlarda birkaç saniyeliğine kanal değişmiş. Orada reyting düşmüş. Ama genele baktığımızda düşen reytingler bu bölümde çok yükseldi. Demek ki şiddet satıyor. Burada da reytingi düşen bir dizinin kana ihtiyacı var. Herkesin çok sevdiği naif bir karakter, bir kadın polis olarak ilk sahaya çıktığında şiddete maruz kalıyor. Bu böyle normalleştirme anlamına gelmez illa ki ama bence burada düşülen durum kapitalizmin tuzağı. Sonuçta bu bir ticari iş. Biz bazen izleyici olarak bunu unutuyoruz. Duygusal bağ kurduğumuzda o diziyle bunun aslında reyting gelsin ki ona göre reklam alınsın, ona göre de bu iş devam etsin matematiğini, o basit matematiği unutuyoruz. Bence esas mesele budur.”
‘POPÜLER KÜLTÜR ÜRÜNÜNÜN GÜCÜ’
Dağsalgüler, “Son birkaç yıldır gündemde olan ve çok izlenen ‘Çukur’ dizisinden yola çıkarak toplum gördüğünü uyguluyor diyebilir miyiz?” sorusuna şöyle yanıt verdi:
“Bunu kopya etmek gibi düşünmeyelim ama bu eğlence alanının, o entertainment alanının bir devamı gibi düşünelim. ‘Kurtlar Vadisi’nde de cenaze namazları kılındı. Ölen karakterler için gazetelere ilan verildi. Balat’a gittiğimiz zaman pek çok yerde görüyoruz ‘Çukur’la özdeşleşen işareti. Bu, o popüler kültür ürününün gücüyle ilgili bir şey ama o popüler kültür ürünündeki hikayenin ya da temsillerin normalleştirilmesi diye okuyamayız. Bu, o eğlencenin bir devamı, yani bir çeşit cosplay gibi aslında.”
‘ATV’DE, TRT’DE ŞİDDET İÇEREN BİR DİZİNİN CEZA ALDIĞINI DUYMADIM’
Yeni Bölüm’de ‘Kızılcık Şerbeti’ örneğinden yola çıkarak RTÜK’ün ceza politikaları hakkında da konuştuk.
Dağsalgüler, “Aslında dünyada RTÜK benzeri bütün düzenleyici kuruluşların odağında çeşitli içerikleri regüle etmek var. Bizde rasyonalitesini kaybetmiş bir düzenleyici kuruluş olarak gördüğümden dolayı cezaları da zor takip ediyoruz artık. Hepsini açık açık web sitesinde her zaman göremiyoruz, düzenli takip edebilirdik eskiden. Ben, ATV’deki şiddet içeren bir dizinin geçtiğimiz aylarda TRT’de genç bir kıza yapılan şiddetin ceza aldığını duymadım. Bu yüzden evet bu politiktir. Bu yanlı bir politik karar olarak RTÜK’te uygulanmaktadır maalesef” diye konuştu.
GÜNDEM
10 Kasım 2024SPOR
10 Kasım 2024GÜNDEM
10 Kasım 2024SPOR
10 Kasım 2024SPOR
10 Kasım 2024GÜNDEM
10 Kasım 2024GÜNDEM
10 Kasım 2024